Papadopulos’u desteklemeniz hataydı diye kendisine serzenişte bulunduğum AKEL yöneticisi arkadaşım “Yanılıyorsun, o değişti, hem sen onu değil partiyi -AKEL’i kastederek- dikkate almalısın, ondan biz sorumluyuz” demişti. Bunu hiç unutmadım, ben ona değil AKEL’e bakmalıydım. Bu açıklama şuna karşılık geliyordu aslında; birincisi, O’nun gerçekten değiştiğine inanıyorlardı, ikincisi de kendilerine ve O’na “aşırı” güveniyorlardı. Oysa Papadopulos’un Başkanlık seçimlerinde AKEL tarafından desteklenmesi Kıbrıslı Türklerin son dönem hayal kırıklıklarının başlangıcıydı.
Çözüm yanlısı bir parti nasıl olur da geçmişi karanlık, aşırı milliyetçi, katı ve yapıcı olmayan bir kişiyi desteklerdi? Bu soruya hiçbir zaman cevap bulunamadı. AKEL, hiçbir zaman tatmin edici bir cevap veremedi. Oysa Papadopulos daha adayken yaptığı açıklamada, geçmişinin günahlarını temizlemeye çalışmak yanında iki önemli konunun altını çiziyordu; önce Kıbrıslı Türklerin adaylığı için gösterdiği sert tepki karşısında “Kıbrıslı Türklerin rollerinin, bizim adayımızın kim olacağı konusuna kadar genişlediğini sanmıyorum.”[i] diyerek, Kıbrıslı Türklerin siyasi ve aslında doğrudan çözüme dönük rollerinin sınırlarını belirlemeye çalışıyor, bir de şunu diyordu; “Türkler yeni bir devletin oluşumunu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olduğunu kabul etmiyorlar mı? Kabul etmiyorlarsa o zaman sorunumuz vardır.” [ii] Aslında bir yandan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dayalı bir çözümden bahseden Papadopulos, bir diğer yandan bu cumhuriyetin başkan adayı olarak, ilginç bir çelişkiye düşüyor, resmi Kıbrıs Rum egemen söylemi ile “vatandaşları” olan Kıbrıslı Türklerin tepkilerini, eğilimlerini siyaseten dışlıyor, yok sayıyordu. Bu çelişkili mantık yürütmenin altında yatan anlayış ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin esas olduğu ancak Kıbrıslı Türklerin bu cumhuriyetin bir esası olmadığıdır.
Dikkat çeken konu, çözümün Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dayalı olması fikri üzerinde Kıbrıs Rumlarının çoğunluğunun ciddi bir uzlaşma içerisinde olduğudur. Bu ağırlıkla AKEL-Papadopulos uzlaşmasıdır. Kıbrıslı Türklerin kesinlikle kabul edemeyeceği, adına çözüm denen bu formül aslında bu ikili için gayet anlaşılır bir uzlaşma ve anlayışın ürünü. Evet her ikisi de çözüm istiyor, her ikisi de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunuyorlar ve çözümün bu devlet yapısına dayalı olması gerektiğini vurguluyorlar. Hatta, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğini, “işgalci” Türkiye ile hesaplaşmak için kurulmuş ulusal stratejinin bir parçası olarak görüyorlar. Bu ortak, daha doğrusu Ulusal Konsey merkezli ulusal stratejide amaç, araç ve hedef oldukça net olarak çizilmiş olsa da dışarıda bırakılan, dikkate alınmayan unsur, Kıbrıs sorunun çözümünde etkin bir siyasi özne, güç olduğu hesaplanamayan Kıbrıslı Türkler olmuştur. Çözümün asli oyuncularından bir tanesinin Kıbrıslı Türkler olduğu ve Kıbrıslı Türklerin de çözümün içeriği, biçimi, zamanlaması ile ilgili söyleyecekleri olduğu, kendi toplumsal çıkarlarını gözeteceği hiçbir zaman algılanamadı
Papadopulos’un seçimi AKEL’in desteği ile kazanmasıyla oluşan yeni durumda AKEL’in konumunu eski başkan Klerides şöyle açıklıyordu “Sanırım AKEL çözümden umudunu kesti; çünkü Denktaş görevde olduğu müddetçe hiçbir anlaşma olamayacağına kanaat getirdiler, ve dediler ki, ‘Madem çözüm olmayacak bari hükümete girelim.’ Hükümete girme karşılığında Papadopulos’u desteklemek konusunda anlaştılar.”[iii]
Klerides’in ifadesiyle, “Denktaş görevde olduğu müddetçe” çözümden umudunu kesen AKEL, 14 Aralık’ta Kuzey Kıbrıs’ta yapılan genel seçimlerin ardından aslında hiç beklemediği bir şekilde, karşısında çözüm yanlısı bir siyasi güç buldu. Her ne kadar Kıbrıslı Türklerin çözüm yanlısı mücadelesini ayakta alkışlasa da, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’nin işgali altında olduğu, bu nedenle işgal koşullarında işgal bölgesinde yapılan seçimlerin ve seçilen temsilcilerin belediye hizmetlerinin ötesinde, “Ankara’ya rağmen - askeri kastediyorlar-, siyasi bir etki, güç ve işlevi olamayacağı önyargısı ile gelişmeler değerlendirdi. Bu çerçevede Türkiye’nin çözüm yönündeki görüşlerini analiz etmekte TC Milli Güvenlik Konseyi ve Genel Kurmay Başkanı’nın açıklamalarını tek ve mutlak veri olarak aldı, halen de böyle alıyor.[iv]
AKEL Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ın kaderini belirleyebilecek bir siyasi güce sahip olamayacağı tespitini açık veya saklı sürekli tekrarladı. Bu nedenle her ne kadar Kıbrıslı Türk barışseverleri birer “küçük kardeş” ya da “kahraman” olarak niteleseler de, kendilerince Kuzey’de mutlak egemen Türkiye’dir ve bu çerçevede Türkiye’de dikkate alınacak mutlak siyasi egemenlerse askerlerdir. Kendi statik düşünce yapıları bağlamında bu dün de böyle idi bugün de böyle, hatta yarın da böyle olacaktır. Ne Türkiye’deki sosyal değişimler, ne iktidar yapısı ne de değişen güç dengeleri ve ulusal hedefler doğru analiz edilebildi. Bu nedenle Türkiye’nin “oyununa gelmemek” için, bir Kıbrıs Rum ulusal hedefi haline gelen Avrupa Birliği sürecine doğru kararlı adımlarla ilerlemek ve bu sürecin ardından, Türkiye ile hesaplaşılarak Kıbrıslı Türklerin de kurtuluşu demek olan “Ada’nın yeniden birleştirilmesi”ne ulaşmak gerekiyordu. Çünkü Türkiye’nin çözüm perspektifi samimi, gerçekçi olamazdı ve bu anlamda Kıbrıslı Türklerin Türkiye’nin çözüm yönündeki yeni siyasi perspektifini dikkate almaları aşırı saflıktı. İşte böyle bir siyasi anlayışla hareket eden AKEL, Türkiye’nin AB üyelik süreci, aktif çözüm politikası ve Kıbrıslı Türklerin kararlı mücadelesi sonucu tüm çözüm argümanlarını bir bir yitirdi.
İki konuda hatırlatma yapmakta fayda var; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğinin yoğun bir şekilde tartışıldığı dönemde gündeme gelen Türkçe’nin de Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası çerçevesinde, Avrupa Birliği’nin resmi dili olması konusunda Kıbrıslı Türklerin kültürel ve toplumsal duyarlılığı asla anlaşılmayarak, politik manevra ile konu yok sayılmaya çalışıldı. Bu yok sayış, önemsemeyiş aslında ortaklık kuracağı bir kültüre gözlerini kapamaktan başka bir şey değildi. Bu konuda yapılan açıklamalar sürekli muğlak ve kaçamaktı. Bu tür bir kültürel yok sayış, örneğin Kıbrıslı Rum aydınların oluşturduğu “Solution Now” adlı sivil toplum örgütünün, 21 Nisan 2003 tarihinde düzenlediği seminerde, AB üst düzey yetkililerinin önünde gündeme getirildi. Kıbrıslı Rum aydınların, Türkçe’nin resmi AB dili olması gerektiğini vurgulayan sözleri ve hak veren eleştirilerine rağmen, Klerides döneminin hükümet sözcüsü, siyaset adamı Papapetru bile topu AB Komisyonu’na atarak, ‘Ben Çince’nin de AB resmi dili olmasına karşı değilim’ sözleriyle konuyu geçiştirmesi, kaçamak ve gayrı ciddi bir yaklaşım olarak nitelendirildi. Oysa çok basit olarak, Türkçe’nin Anayasal resmi dil olmasına rağmen AB resmi dilleri arasına alınmaması, AB Komisyonu ile geçmiş dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti AB görüşmecisi Vasiliu arasındaki uzlaşmanın bir sonucu idi. Bunu anlamak zor değil, ancak Kıbrıslı Türklerin tepkisi ve konuya hak veren Kıbrıslı Rum aydınlara rağmen, AKEL dahil hiçbir siyasi parti en küçük bir anlayış ve çaba geliştirmedi. Ve konu unutulmasa da, bahsedilen seminerden bir gün sonra kapıların açılması ile yeni gündeme mağlup oldu. Kıbrıslı Rum siyasilerin, “Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ne kadar sahip çıkıyorlar ki; Türkçe’nin AB resmi dili olmasını istiyorlar” şeklindeki ifadeleri, her şeyi nasıl birbirine karıştırdıklarını gösterdi ve her yönü ile oldukça anlamlıydı!
AKEL, Kıbrıslı Türkler ile en yakın ilişkiyi kuran parti olmakla birlikte, aşırı özgüvenini ve üstünlük kompleksini sürekli korumaya özen gösterdi. “Büyük Halk”ın, “Büyük Ada”nın tek ve mutlak sol partisi olma kompleksini, soğuk savaş uzun süre önce bitmiş olmasına rağmen üzerinden atamadı. Dünya sol hareketinin değişken, dinamik ve risk içeren mücadelesini Kıbrıs’taki siyasi koşullar nedeniyle bilinçli olarak erteleme, göz ardı etme olanağı buldu. Koşulların varlığı, varlığın koşuluna dönüştü. Kendi deyimlerince “işgal koşulları” ve bunun devamı kendi “üstün” ve “güçlü” varlıklarının devamı için bir koşul haline geldi. Amacın araca yenik düştüğü bu koşullarda, Kıbrıslı Rum göçmenler üzerinde en etkili siyasi partinin AKEL olduğu, oy oranlarından açıkça anlaşılıyor. AKEL göçmenlerin evine geri dönmesi, Girne’de simgeleşen dönüş özlemi ve korku üzerine siyasi oyun oynamayı, söylem geliştirmeyi ihmal etmedi ve bu canavarın daha sonra kendisini yöneteceğini göz ardı etti; canavar, milliyetçilikten başka bir şey değildi.
AKEL ve Papadopulos, mağlup gururu takınarak, 1974’den sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir siyasi araçtan çıkarıp bir kutsal amaca dönüştürdü. O kadar ki AKEL devlete sahip çıkmaya çalışan siyasi rakipleri ile de yarışa girerek, sol bir parti iddiası ile devlete sahip çıkmanın öncülüğünü yapmaya girişti. Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kutsandı, yüceltildi ve tartışılmaz kılındı. Bu sadece siyasi kadrolara ve toplumun seçkinlerine dönük bir perspektif olmaktan çıkarılıp, bir siyasi kültür, toplumsal duyarlılık haline getirildi. Devlet, Kıbrıslı Rum toplumunun tüm kesimlerinde ortak uzlaşma noktası olurken, Kıbrıslı Rumlar için güvence, varlık ve gelecek üçgeninde duyarlılık, tehlikeli, kutsal bir boyuta indirgendi. Bu süreçte AKEL, demokratik bir oluşum olarak algıladığı ve aşırı uçları yumuşattığı iddiasında olduğu Ulusal Konsey’de siyaseten kuşatılanın, demokratik siyaset, söylem ve açılımdan uzaklaşanın bizatihi kendisi olduğunu da algılayamadı.
Güney’den mağrur, güçlü ve haklı görünen AKEL’in fotoğrafı Kuzey’den çok daha berrak görünebiliyor.
Papadopulos Annan Planı için “işgalin meşrulaştırılmasıdır” dediğinde, AKEL Genel Sekreteri bunun neredeyse yanlışlıkla söylendiğini ifade edecek kadar, kendisine sahip çıktı. Çünkü gerçekten AKEL kendini Papadopulos’tan sorumlu görüyor(du).
Kıbrıs’ta siyasi bir çözümün ancak Kıbrıs Cumhuriyeti devletine dayalı olabileceğini sürekli olarak onaylayan kararları ile yeniden üreterek, bu anlamda en temel konuda Papadopulos ile hem fikir oldu; Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dayanacaktı!
“Herhangi bir biçimde devlet halefliği kabul edilemez. Kıbrıs Cumhuriyeti devam etmeli ve devlet yapısı iki bölgeli iki toplumlu federasyona dönüştürülmelidir. Uluslararası sözleşmeler ve Kıbrıs Cumhuriyeti yasaları geçerliliğini korumaya devam etmelidir. Yasadışı devletin imzaladığı sözleşmeler ve ona devlet boyutu veren yasaları geçerli olamaz.”
Çözüm Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve tek ve bir egemenliğini sağlamalıdır. Birleşmiş Milletler kararlarında tarif edildiği biçimiyle iki toplumun siyasi eşitliğini, tüm Kıbrıs vatandaşlarının insan hakları ile temel özgürlüklerini sağlamalıdır.”[v]
Dikkat ederseniz yukarıdaki alıntı Annan Planı açıklanmadan hemen önce yapılmıştır. Bu tarihten tam bir ay sonra iki bölgelilik, iki kesimlilik, siyasi eşitlik üzerinde şekillenmiş bir ortaklık devleti öneren Annan Planı’nın ilk versiyonu taraflara sunuldu. Oysa yukarıdaki açıklama hiçbir Kıbrıslı Türk tarafından kabul edilemezdi; çünkü iki bölgeli bir Kıbrıs Cumhuriyeti tezi, Kıbrıslı Türkler için nereden bakılırsa bakılsın siyasi eşitliği dışlamakta ve bu anlamda kabul edilebilir bir çözüm perspektifini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Bu açıklama aslında Papadopulos’un Kıbrıs Cumhuriyeti için “Kabul etmiyorlarsa o zaman sorunumuz vardır” ifadesinin genişletilmiş AKEL yorumudur.
Plan sunulduktan sonra bile yuvarlak ifadelerle, siyasi düşüncelerini açıklamayan AKEL, bir tek konuda Planı sürekli olarak eleştirdi; Plan işlevsel değildi... Oysa bu soyut söylemin bir kaçış olduğu, hiçbir zaman alternatif bir önerilerinin olmadığı ve Klerides’in açıklaması bağlamında, ne yazık ki Denktaş’ın arkasına sığındığı açıktı.
Kapılar 22 Şubat 2003’de açıldıktan sonra, hiçbir AKEL yöneticisi barış yapacağı insanlar ile görüşmek ve onları tanımak için Kuzey’e geçmedi, Kıbrıslı Türkleri bir kahve içimi ziyaret etmedi; çünkü Denktaş rejimi kendilerinden pasaport göstermelerini istiyordu ve bu da KKTC’yi tanımak demekti. İnsanı kutsamak yerine devleti kutsamayı tercih eden AKEL bu tavrıyla Kıbrıslı Türkler ile olan ilişkilerinde önemli zemin kaybetti.
İnsan ilişkileri, toplumsal algı, gerçekçi değerlendirmeler ve idealler çok yazık ki gururu ve devlete tapınmayı aşamadı. Sonuç malum!
--------------------------------------------------------------------------------
[i] 02-2-2003, Politis
[ii] 02-2-2003, Politis
[iii] 03-9-2003, Radikal Gazetesi
[iv] 16-4-2004 tarihli Radikal’de, AKEL’in 14 Nisan’da yaptığı Kıbrıs Konferansı ile ilgili olarak yayınlanan haberde “Hristofyas, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün açıklamalarının da Rumların güvenlik endişelerini teyit ettiğini söyledi.” cümlesi yer alıyor. Hristofyas’ın Konferans’ta yaptığı siyasi analizin “asker” merkezli olduğu yine dikkate değerdir.
[v] 11-10-2002, AKEL M.K. Polit Büro Açıklaması.
